NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE

Tarihi Ellerimizle Yok Ediyoruz!

Tarihi Ellerimizle Yok Ediyoruz!

 

Her zaman tekrarladığım ve tekrarlamaktan da çekinmediğim bir sorum var: 100 yıl sonraki kuşağımızın bizlerle gururlanacağı neler bırakacağız ve elimizdeki tarihsel kıymeti olan binaları yol etmekten ne zaman vazgeçeceğiz?

Bölgemizde dedelerimizden ve onların bir dönem ortak şeyleri paylaştığı insanlardan bize kalan tarihi mirası maalesef günbegün umursamıyor, korumuyor hatta ellerimizle yok ediyoruz. Bunun gerekçelerini gelecek kuşaklarımıza nasıl anlatacağız. Daha önceki yazılarımda değindiğim bir kavram var: sürdürülebilirlik. Tanımını tarihi varlıklar açısından yinelemek isterim; Geçmişten miras alınan varlıkların gelecek kuşakların haklarını gasp etmeden korumak, kollamak ve kullanmak. Bu açıdan baktığımızda biz sürdürülebilirlik kavramına aykırı tutum ve davranışlar içindeyiz. Tarihin emanetlerini acımadan, bilerek ya da bilmeden, yok olmalarını seyretmekteyiz. Buna gerekçe olarak birkaç neden söz konusu. Bunlardan bana göre en belirgin olanları; tarihsel varlıkların korunmasına yönelik yasal durumlardaki eksiklikler ve buna bağlı olarak rant kaygısıyla binaların yok olmaya terk edilmeleri. Çünkü, yanlış hatırlamıyorsam, koruma altındaki binaların restorasyonu hukuksal olarak bazı kriterlere bağlı. Bu kriterlerin bürokrasinin de getirdiği zorluklarla birleşmesi tarihi binaların restorasyonunu güçleştirmektedir. Hele bu tarihi binalar bir de şahıslara ait ise durum tam bir çıkmaza giriyor. Buna ek olarak, bir de o binalar şehrin merkezi yerlerinde ise yerlerine yeni binalar yapılması için resmen yok olma süreci kendiliğinden başlıyor. Koruma altındaki tarihi bir binanın şahsın isteğine bağlı olarak yıkılması yasalarla engellenmiştir. Bunu fırsat bilen mülk sahipleri de binaları bakımsızlığa iterek kendiliğinden yıkılmaları için onları zamanın kollarına atıyor ya da çeşitli doğal olmayan afetlerle içten içe yok ediyorlar. Aslında buradaki evrensel gerçek gözden kaçırılıyor: bu da, bazı binaların mülkiyeti belli şahıslara ait olsa bile tarihi özelliklerinden dolayı, o binalar tüm halkın malı haline dönüşmesi gibi. Şöyle biraz düşündüğümüzde her birimizin çevresinde mutlaka bu açıklamalarda yansıtılan durumlara girecek tarihi binalar zihinlerimizde canlanacaktır.

Bu konuyla ilgili olarak görüştüğüm kişilerden bazıları enteresan bir savunma mekanizmasına geçtiler. Onlara göre Hıristiyanlardan kalan yapıların yok olması gerekmekte. Gerekçe olarak onların ileride bu binaların varlığına istinaden hak talep edecek olmalarıymış. Bu anlayış  beni şaşırtmakta ve hatta dumura uğratmaktadır. Onlara karşı dediğimi de burada belirtmek isterim:

“Artık onların buradaki devirleri 80 yıl önce bitti. Yoksa siz Türk milletinin aciz olduğunu mu sanıyorsunuz? Tarih tekerrür edecekse Yüce Önder Atatürk’ün şu cümlesi de tarihin bir parçası olarak tekerrür edecektir: “Geldikleri gibi giderler.” Biliniz ki artık Anadolu Türk yurdudur ve böyle de kalacaktır. O korkular yersiz ve geçersizdir. Ortaya koyduğunuz bu düşünceler ancak ve ancak kendine güvenemeyen ya da kimlerin evladı olduğunu bilmeyenlerin sahip olabileceği kısır düşüncelerdir.”

Yurt dışında (Avrupa’da) yaşayanlarımız ya da çeşitli nedenlerle oralarda bulunmuş olanlarımız şunu görmüşlerdir; neredeyse Tüm Avrupa’daki şehirler iki kutupludur. Bu yerler, eski şehir merkezleri ile çağdaş şehir merkezlerinden oluşmaktadır. Örneğin daha önce bulunduğum İtalya’daki Vicenza, Verona, Venedik, Floransa, Milan ve Roma’da  şehircilik bu iki kutuplu anlayış çerçevesinde şekillenmiştir. Tarihin korunmuş örgüsü içinde bu ve benzeri kentler İtalyanlar için turizmin dinamik yönü olarak ifade edilmektedir. Vicenza’da tanıştığım bir işadamı neredeyse yaşı 600 yıllı bulan bir binayı satın almıştı. Binayı bana gösterdi. Bina oldukça yıpranmış olmasına rağmen o merkezdeki diğer tarihi binalar gibi kullanılmaktaydı. Kendisi bana binayı kanunların öngördüğü yönde orijinalliğine sadık kalarak restore edip orada ikamet edeceğini söylemişti. O bunları söylerken ve ben bu eski binalar arasında gezerken aklıma neden Niğdemde ben tarihi bu tatla yaşayamıyorum? Sorusu takıldı. Bir atasözümüz vardır; “Kullanılmayan demir pas tutar.” Aynı şekilde kullanılmayan bina da yok olur. Mesela Niğde’deki Yukarı Kayabaşı mahallesini bir düşünelim. Bu mahalledeki tarihi Niğde evleri restore edilmiş olsa da o yollarda yürürken asırlar öncesinin Niğde’sinde bir nostalji yaşasak. Bu durumda şunu da diyebiliriz: turizm açısından Niğde yeni bir dokuya daha kavuşur.. Niğde gelenek ve görenekleri, işin özü, Niğde kültürü bu mekanlarda yerli ve yabancı turistlere o tarihi hava içinde tanıtılsa iyi olmaz mı? Gelin bir sinerji ortaya koyalım ve bu düşünceleri hayata geçirelim. Gelin, estetik ve mimari özelliği olmayan, zamana dayanma gücü belki en fazla 40-50 yıl olan betonarme binaların, tarihi estetiğe sahip Niğde evlerini yok etmesine göz yummayalım. Gelecek nesillerimizi, dedelerimizin ve ortak geçmişi paylaştıkları insanların miraslarından mahrum etmeyelim. Bunun için elbirliğiyle çaba sarf edelim. 

 

07/11/2006 (tarihli www.nigdehaberci.com sitesindeki yazım)

© 2013 Tüm Hakları Saklıdır.

Ücretsiz web sitesi oluşturun!Webnode